Haber Bandı Yazarlar Agâh ALTUNSUYU Devlet Maskesi Takan Bir Aygıt
Agâh ALTUNSUYU
Yazara Ait Tüm Yazılar
Agâh ALTUNSUYU X (Twitter) Sosyal Medya Hesabı Agâh ALTUNSUYU Mail Adresi
Devlet Maskesi Takan Bir Aygıt
21 Haziran 2025

Halkların varlığı ile devletlerin varlığı çoğu zaman iç içe geçmiş gibi görünse de, özünde birbirinden ayrılan iki bambaşka hakikattir. Halklar; nesiller boyu aktarılan bir kültürün, ortak bir hafızanın ve sarsılmaz bir kimliğin taşıyıcısıdır. Onların tarihi, coğrafi sınırları aşar, sürgünleri göğüsler, soykırımları atlatır ve küllerinden yeniden doğar.

Ama devletler öyle değildir. Devletler, varlıklarını sadece kendi iç dinamikleriyle değil, dış dünyayla kurdukları karmaşık ilişkilerle sürdürebilirler. Uluslararası sahnede kurdukları ekonomik, diplomatik, kültürel ve askeri bağlar olmadan hiçbir devlet ayakta kalamaz. Bu ağdan kopan her devlet, zamanla tükenir; haritalardan silinir, yalnızca tarih kitaplarında kalan bir dipnota dönüşür.

İsrail Oğulları, insanlık tarihinin en kadim halklarından biridir. Binlerce yıllık geçmişiyle eşsiz bir kültür ve inanç mirası taşırlar. Ancak bu kadim halkın bir “devlet” kurma girişimi, tarih boyunca hep sancılı, hep problemli olmuştur. Bugün de öyledir.

İsrail devleti, kendi bekasını sağlamak adına sadece komşularına değil, bütün bölgeye, bütün dünyaya karşı tahakküm kurmaya çalışan bir güç haline gelmiştir. Uluslararası hukuku hiçe sayan, sivil yerleşimleri bombalamaktan çekinmeyen, çocukları ve masumları hedef almaktan utanmayan bir devlet pratiği, hiçbir meşruiyet zeminine oturamaz.

İsrail, sadece devlet olmanın sorumluluğunu yerine getiremiyor değil; aynı zamanda bir devlet gibi davranma iradesi de göstermiyor. Komşularıyla barış inşa etmek yerine, sürekli düşmanlık üretmeyi tercih ediyor. Dünyayla entegre olmak yerine, dünyaya meydan okuyarak ayakta kalmaya çalışıyor. Bu, bir devlet aklının değil; bir paranoya rejiminin davranış biçimidir.

Sürekli savaş hali, sürekli düşman üretimi, sürekli korku propagandası… İsrail’in içine hapsolduğu bu çarpık zihniyet, onu bir devlet gibi değil, devlet kılığında hareket eden bir güvenlik aygıtı gibi konumlandırıyor. Demir kubbelerle çevrili bir psikolojiyle devlet olunmaz. Komşularıyla nefret dili dışında hiçbir temas kuramayan bir yapının sürdürülebilirliği de yoktur.

İran’la girişilen gerilim, artık sadece bir tehdit değil, bir varlık-yokluk meselesidir. Ve açık konuşmak gerekirse, bu yolda ilerlemeye devam ederse, İsrail devleti kendini tarihten silinen diğer saldırgan rejimlerin yanına yazdıracaktır. Ama bu, kadim halkın yok oluşu anlamına gelmez.

Halklar yaşar. Baskıya direnir, zulmü aşar, göç eder ama var olur. Devletlerse çöker. Hele ki zulüm üzerine kurulmuş, izolasyonla ayakta kalmaya çalışan, dünyaya kafa tutarken kendi halkına da düşman kesilen devletler… Bunlar zaman diliminden ibarettir.

İsrail, bu ayrımı anlayamadığı sürece; vadedilmiş topraklar bir yana, üzerinde yaşadığı küçük toprak parçasını da kaybetmeye mahkûmdur.

Çünkü devlet olmak, silah değil; akıl ister. Saldırmak değil; uzlaşmak ister. Soykırım travmasıyla yüzleşmek yerine; onu başka halklara yaşatmak ise, bu sadece bir halkın değil, insanlığın yüz karası olur


Seç