Haber Bandı Yazarlar Kardelen Altunsuyu Gölgedeki Diva: Callas ve Eksik Kalan Hikâye
Kardelen Altunsuyu
Yazara Ait Tüm Yazılar
Kardelen Altunsuyu Mail Adresi
Gölgedeki Diva: Callas ve Eksik Kalan Hikâye
25 Mayıs 2025

Bazı filmler vardır, izlersiniz ve bir süre boyunca aklınızdan çıkaramazsınız. Ama Maria, izlerken sizi etkiliyor gibi görünse de, sonunda “Bu muydu?” dedirten bir yapım. Pablo Larraín’in ustalıkla çektiği film, Maria Callas’ın o büyülü ama aynı zamanda trajik hayatına ışık tutuyor. Yine de, bu ışık o kadar loş ki, Callas’ın o büyük hayatının sadece gölgelerini görebiliyorsunuz.

Callas gibi bir efsaneyi anlatmak elbette kolay değil, farkındayım. Ama bu filmde sanki yönetmen, Callas’ı sadece acıyla özdeşleştirmeye karar vermiş. Evet, hayatının son dönemlerinde büyük yalnızlık çekti, ama Callas bundan çok daha fazlasıydı. Bir sahnede “Jackie, Onassis’in karısıydı ama Maria onun her şeyiydi” denildiğini duysanız, bu aşk hikâyesinin filmin kalbinde olduğunu sanabilirsiniz. Ama hayır, bu hikâye neredeyse dipnot olarak geçiyor. Oysa ki bu büyük tutku, filmin her köşesinde hissedilmeliydi.

Maria Callas ile Aristotle Onassis’in ilişkisi, her zaman hem büyüleyici hem de karmaşık bulunmuştur. Filmin bu ilişkiye daha fazla odaklanmasını beklerdim, ama Larraín başka bir yola gitmeyi seçmiş. Callas’ın yalnızlığı ve çöküşü merkeze alınmış, Onassis ise hikâyede daha geri planda kalıyor. Büyüleyici olan şu ki, Onassis’i oynayan Haluk Bilginer bu kısacık sürede bile derin bir iz bırakıyor. Onassis’in çelişkili doğasını, hem Maria’yı sahiplenmeye çalışmasını hem de onun sanatını anlamaktaki eksikliğini o kadar iyi yansıtmış ki, rolü daha uzun olsaydı film çok daha güçlü olabilirdi.

Bilginer’i izlerken, “Keşke bu hikâye daha çok Onassis ve Callas’ın aşkı üzerinden anlatılsaydı” dedim. Çünkü bu iki karakterin birbirlerine olan bağı, Callas’ın yalnızlığını anlamamıza da yardımcı olabilirdi. Onassis’in Maria’ya duyduğu tutku ve Maria’nın operaya olan tutkusu, hikâyeyi çok daha derin bir noktaya taşıyabilirdi.

Filmde, müziklerin büyüsü ve operanın görkemi hissediliyor ama Callas’ın bu sanata olan aşkı tam olarak anlatılmıyor. Opera, onun için bir tutku, bir kaçış, bir yaşam biçimiydi. Ama film, bu tutkuyu sadece bir arka plan müziği gibi kullanmayı tercih etmiş. Oysaki aşk ve tutku, hayatımızda derin izler bırakır. Bazen bizi yükselten, bazen de çökerten bu duygular, kim olduğumuzu ve kim olmak istediğimizi şekillendirir. Maria Callas için opera, hayatının merkeziydi; bir sahneye adım attığında dünyaya meydan okuyordu. Aristotle Onassis için ise Maria, ruhunu titreten bir aşkın simgesiydi. Ama ikisinin de tutkuları onları mutlu etmeye yetmedi.
Hayatta kimi zaman, sahip olduğumuz en büyük tutkular aynı zamanda en büyük sınavlarımız haline gelir. İnsanlar, tutkularıyla ne kadar derin bağlar kurarsa, o kadar savunmasız olur. Ve işte tam da bu noktada, bu film Callas’ın yaşadığı o çelişkiyi anlatabilmiş olsaydı, etkisi çok daha güçlü olurdu.
Sonuç olarak, Maria, Callas’ın büyüklüğünü tam anlamıyla yansıtamayan, ama yer yer büyüleyici detaylar sunan bir yapım. Büyük bir hayat, daha büyük bir hikâye ile anlatılmayı bekliyor. Ama yine de, filmi izlerken şu soruyu bir kez daha düşünüyorsunuz: Hayatımızda tutkularımız ve aşklarımız bizi özgürleştiriyor mu, yoksa onlara sahip olma çabamız bizi esir mi ediyor?


Seç