İnsan zihni, çok garip bir labirenttir. Bazen kendini bir köşeye sıkışmış bulur; o köşe, tamamlanmamış hikâyelerin çağrışım yaptığı bir odadır. Psikolojide buna Zeigarnik etkisi denir. Yani, yarım kalan işler zihnimizde daha fazla yer kaplar. Peki ya işler değil de hisler yarım kalırsa? İşte bence asıl mesele burada başlar; çünkü insan ruhu, tamamlanmamış hislerin yankısında kendini kaybeder.
Bir aşk düşünün. Tam filizlenmişken, bir rüzgâr dalını kırar. Söylenmemiş sözler, gidilmemiş yollar, tutulmamış eller… İşte o eksiklik, zihninize kazınır. Çünkü kalp, “yarım” kavramını bir türlü kabullenemez. O eksik hikâye, bir ömür boyu zihinde bir uğultu gibi dolaşır. Tamamlanmamış bir hikâye, belirsizliğiyle insanı hem büyüler hem de tüketir. Çünkü neyin kaybedildiği asla tam anlamıyla bilinemez; bu belirsizlik, eksik hikâyenin bir girdap gibi dönüp durmasını sağlar.
Zeigarnik etkisi burada devreye girer. Zihin, eksik kalan bir hikâyeyi tamamlamak ister. Sürekli o anı yeniden yaşar; ne söylenebilirdi, ne yapılabilirdi, hangi farklı yola sapılabilirdi? Ancak bu çaba boşunadır. Yarım kalan bir hikâye, tamamlanmayı reddeden bir bilmece gibidir. Zihin bununla meşgul olurken, hayatın geri kalanı bir sis perdesine bürünür. Ve belki de bu yüzden, unutulmayan aşklar hep eksik kalanlardır.
Ancak işin ironik bir tarafı var: Yarım kalanın güzelliği de burada saklıdır. Tamamlanmış hikâyeler biter. Ama yarım kalanlar hep yaşar. Zihnimizin bir köşesinde, içimizi hafif bir sızıyla doldurur. O hikâyelerle büyürüz, olgunlaşırız. Belki de o eksiklik, bizi biz yapan bir parçadır. Tamamlanmamışlık, insan olmanın bir yan etkisidir belki de.
Hayat bize çoğu zaman tamamlanmamış hikâyeler bırakır. Ve belki de sır, her hikâyeyi tamamlamak zorunda olmadığımızı kabullenmekte saklıdır. Bırakalım bazı cümleler yarım kalsın. Bazen en derine işleyen melodiler, hiç çalınmamış notaların sessizliğinde gizlidir.