
2004 yapım “Çöküş” filmi II. Dünya Savaşı sonlarında Alman ulusunun çöküşünü konu ediniyor.
Filmde, Sovyet askerlerinin Berlin'e girmesiyle beraber sokaklarda yaşanan kanlı çatışmalar, bu çatışmalarda Berlin'i savunmaya çalışan çocuk ve gençlerden oluşan gönüllü askerler, Adolf Hitler'in, Eva Braun ile sığınakta kıydığı nikâh ve intiharları anlatılır.
Nikâh sırasında memur, Eva Braun’a ARYAN ırktan mısınız? diye sorar ve kimlik ister. Neyse ki Hitler’in propaganda bakanı Dr. Joseph Goebbels yanı başındadır ve nikâh memurunu “ Karşında Füfrer var.”diyerek uyarır.
Aslında Goebbels pek de Ari ırka benzemez. Bir kere esmerdir. Bir ayağı aksar. Kafası vücuduna göre orantısızdır ancak Ari ırkın ve Hitler’in en büyük savunucusudur.
Goebbels çok etkili bir hatiptir. Bütün basın yayın organları elinde olduğu için Kızıl Ordu Berlin’e girene kadar Almanların savaşı kazandıklarını sanmalarınısağlamıştır. Generaller sivil halk zarar görmesin diye şehri boşaltmayı önerdiklerinde buna izin vermemiş,%53 oyla seçilmiş olmanın dayanılmaz hafifliğiyle “Bu halk bizi seçti, yaptıklarımızı destekledi şimdi de sonuçlarına katlanacaklar.” Demiştir.
Filmde Adolf Hitler’i selamlayan herkes Ona “Führerim” diye hitap eder. Führer, “lider” anlamına gelen unvanıdır ve Führer, “tek halk, tek imparatorluk ve tek lider” ilkesinin gereklerini yerine getirmekle sorumludur. Bu slogan bir yerden tanıdık geliyor mu?
Hitler, son günlerinde Berlin'deki sığınakta Kızıl Ordu’nun kuşatması tüm hızıyla devam ederken karşıkoyma kapasiteleri kalmadığı ancak yenilgiyi de kabul edemediği için generallerini azarlar. Lise 1 terk olan Adolf Hitler:
“Harp Akademisinde yıllar geçirdiler diye kendilerine general diyorlar. Yıllar boyunca yoluma taş koymaktan başka bir şey yapmadınız. Beni engellediniz. Yıllar önce bütün yüksek rütbeli askerleri idam ettirseymişim ne güzel olurmuş. Tıpkı Stalin’in yaptığı gibi! Ben hiç akademiye gitmedim ama kendi başıma tamamen kendi başıma bütün Avrupa’yı fethettim.” der.
Eğitimlinin aşağılandığı bu sahne bize alaylı /mektepli çatışmasını çağrıştır. Harekât Ordusu Komutanı olarak Mustafa Kemal’in bastırdığı 31 Mart Vakasının nedeni olarak görülen alaylı/mektepli çatışması şöyle ortaya çıkmıştır:
19. yüzyıl sonlarında Harbiye Mektebi'nden yetişen subaylar ihtiyacı karşılamadığından, bu boşluğu doldurmak amacıyla ordu içindeki erlerin yeteneklileri seçilerek subay yapıldı. Böylece Harbiye'den mezun olanlara mektepli, erlikten subaylığa terfi edenlere de alaylı denildi. Mektepli subaylar eğitim almadıkları içinalaylıları zayıf buluyorlardı. Bu yüzden iki grup birbirinden hoşlanmıyordu. Aralarında sık sık kavgalar ve çatışmalar çıkıyordu.
Sadece geçmişte değil insan kaynağının yeterli olmadığı dönemlerde lise mezunlarından 45 günde öğretmen de yapıldı bu ülkede. Çocuklar okullarda öğretmensiz kalmasın diye. Şimdi ise öğretmen var ancak eğitim hayatında olmayan 3.2 milyon çocukla bir nesil göz göre göre kaybediliyor.
Her şehre üniversite açmakla övünenler, gençleri apartman altı üniversitelerde oyalarken onların mezun olunca ne yapacaklarını planlamadılar. Sadece günü kurtaran popülist uygulamalarla ara eleman sıkıntısına neden oldular. Çünkü üniversite mezunlarının çırak olarak sanayiye, berbere, kasaba, elektrikçiye verilme yaşları da geçmişti. İmdada MESEM’ler yetişti ama o da çare olmadı.
Şimdi liselerin 2 yıla indirmesi gündemde. Peki sorunu yaratan zihniyetin tesadüfen de olsa soruna çözüm getirebileceğini düşünmek çok iyi niyetli bir yaklaşım olmaz mı? Biz bu iyi niyet elçilerini daha önce görmemiş miydik?
2010 Referandumunda “Yetmez ama Evet” diyenler toplumun her kesiminin kolaylıkla evet diyebileceği bir doğruyu kendilerine paravan yapmışlardı. 12 Eylül Darbe Anayasası değişsin!
Anayasa değişti ve fakat darbe zihniyeti ortadan kalkmadı. Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru gibi muazzam bir kazanım elde ettiklerini düşünürken yerel mahkemeler Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını tanımaz hale geldi. “Yetmez ama Evet”çiler de iyi niyetimizin kurbanı olduk mızıldanması sonrası kullanışlı birer aparat olduklarını kabul etmek zorunda kaldılar.
Şimdi yine aynı iyi niyetli yaklaşım vizyonda: İşsizlik çok ama ara eleman yok. Lise eğitimi kısalmalı.Gerçekten üniversiteye gitmesi gerekenler lisede 4 yıl okumalı. Diğer çocuklar 2 yıl okuduktan sonra ara eleman yetiştirecek kurumlara verilmeli. Kulağa bir çözüm önerisi gibi geliyor öyle değil mi?
Devletler çocukların gelecekleri hakkında ne kadar kolay karar alabiliyorlar sanki kendileri emek veripbüyütmüşler gibi…
Çöküş filminde de böyle bir sahne var. Berlin düşmesin diye savaşan güzel gözlü bir çocuk göreceksiniz. Bizdeki 15’liler gibi…
Halbuki normal şartlar altında çocuktan asker olmaz…Çocuktan gelin olmayacağı gibi…
Dilovası’ndaki parfüm deposunda çıkan yangında ölenlerden üçünün çocuk olması gibi çocuktan işçi de olmaz.
Geleceksizlikten çetelerin eline düşen çocukların suç kayıtlarının yaşlarından fazla olması yasayla önlenmeye çalışılıyormuş gibi… Küçüğün rızası varmış gibi…
Bir nesil kayboluyor üstelik topla tüfekle de değil. Bu gerçek bir ÇÖKÜŞ ama geri dönüşü olmayan bir yıkım değil; mesele cesaret edip doğru soruları sormak ve eğitimden adalete tüm yapıyı yeniden ayağa kaldırmak