Haber Bandı Yazarlar Sufi KELAM Sezen Söylüyor, Biz Duymuyoruz
Sezen Söylüyor, Biz Duymuyoruz
02 Temmuz 2025

Takvimler şaştı, söz verilen tarihler birbiri ardına eskidikçe heyecan da suyunu çekti. Sevgililer Günü’nden Şubat sonuna, oradan da Haziran’a uzanan bir bekleyişin ardından Sezen Aksu’nun Paşa Gönül Şarkıları nihayet yayımlandı. Sessiz sedasız… Oysa eskiden ne büyük bir olay olurdu! Minik Serçe’den gelen her yeni ses, memleketin ortak gündemi olurdu. Radyolar susmaz, diller şarkıları ezber ederdi. Şimdi ise albüm geldi geçti, sanki duyan bile olmadı.

Bir zamanlar Sezen Aksu, sadece bir sanatçı değil, bu ülkenin ruhunu anlamlandıran, tarif edilemeyen duyguları dillendiren bir tür kolektif terapistti. Onun şarkılarıyla âşık olduk, terk edildik, direndik, büyüdük. Her bir nota, hayatımızın dönemeçlerinde fonda çalan bir hatıraydı. Sezen çaldığında hayat durur, içimizdeki en derin hisler su yüzüne çıkardı. Mısır için Ümmü Gülsüm neyse, bizler için de Sezen oydu: bir sığınak, bir nefes, bir tür kültürel kimlik vesilesi.

Özellikle 80’ler… Sezen’in her albümü, toplumsal ruh halinin müzikal yankısı gibiydi. “Sen Ağlama” ile içimizi dağladı, “Firuze” ile hüznü işledi, “El Gibi” ile ayrılığı yeniden tanımladı. Onun sesindeki içtenlik bir nesli büyüttü. Şarkıları, sadece listeleri değil, kalplerimizi de altüst ederdi. O dönemin Sezen’i, toplumun duygusal pusulasıydı. Bugünün “hit” tanımı, o günlerin duygusal ağırlığını taşıyamaz. Zira o parçalar birer tüketim ürünü değil, birer kültürel mirastı.

Elbette Sezen Aksu yalnız değildi. Onno Tunç’un ruhu olan müzikal düzenlemeleri, Aysel Gürel’in hayattan damıttığı dizeleri olmadan o efsane ses bu kadar derin iz bırakabilir miydi? O şarkılar, bir yapbozun bütün parçaları bir araya gelmişçesine tamdı. Bugün o parçaların eksikliği hissediliyor. Sezen hâlâ Sezen ama o büyünün bir kısmı artık aramızda değil.

Ve belki de asıl mesele Sezen’de değil, bizde. Ruhumuz sağırlaştı. Her yer kavga, her laf siyasete çıkıyor, her şey yoruyor. Müzik bile ruhu onarmaya yetmiyor. Sezen’in şifalı melodileri, artık teselli etmiyor. Bir zamanlar “duyguların dili” olan müzik, bugün “trend listelerinde kalma yarışı”na indirgenmiş durumda. İçeriğinden çok algoritması konuşulan bir dünyada, Minik Serçe’nin fısıltısı gürültüye karışıyor.

Bir zamanlar şarkılarla kendimize gelirdik, şimdi listelerde “linç,” “yaygara,” “nanik” dolaşıyor. Yeni albümdeki şarkı isimleri bile bize toplumsal ruh halimizin bir özeti gibi bakıyor. Belki bu albüm bir zirve değil ama bir kabulleniş. Coşkulu marşlardan çok, içe dönük bir içleniş… Belki de tam da bu yüzden daha kıymetli. Çünkü artık çığlıkla değil, fısıltıyla konuşuyoruz. Gürültünün ortasında sadece gerçekten kulak verenler duyabiliyor.

Sezen Aksu yine orada, her zaman olduğu gibi içimizde bir köşede bekliyor. Biz kulak vermeyi unuttuk sadece. Belki de bu albüm, bir çağrıdır: Hatırla, müziğin vardı. Hatırla, hissedebiliyordun.

Ve evet, Minik Serçe hâlâ söylüyor. Biz dinlersek, belki ruhumuzda o eski melodiler yeniden can bulur


Seç